Bilgehan Uçak yazdı: Sıra geldi barışın toplumsallaşmasına

HDP’nin eski Genel Başkanı da olsa, şimdi milletvekilliğinin yanısıra İmralı heyetine seçilmiş de bulunsa, benim nazarımda her zaman “hoca” olarak kalan Mithat Sancar’dan öğrendiğim bir söz aklımdan hiç çıkmadı: “Savaşı azınlıkla, barışı çoğunlukla yapabilirsiniz.”
PKK’lı 30 militanın, Bese Hozat’ın önderliğinde silahlarını yakması Kürt sorununun bitirilmesine yönelik atılmış en büyük adımlardan biri olsa gerek.
Ama bu adım ne kadar büyük olursa olsun “yeterli koşul” değil.
Silahlar bırakılmadan kalıcı bir çözümün tesis edilmesi mümkün olamayacağı için bu tören hayati bir öneme haizdi.
Şimdi sıra bu görüntülerin devamının gelmesinde, demokratikleşme adımlarının kararlılıkla atılmasında, yani barışın toplumsallaşmasında.
Tam da bugünlerde Ankara Enstitüsü’nün “PKK’nın Silahsızlandırılması ve Kürt Meselesi” başlıklı raporu yayımlandı.
Sonuçlar iç açıcı değil, Kürt sorununun bitmesi için yapılması gereken daha çok iş olduğunu ortaya koyuyor.
Ankara Enstitüsü’nün çarpıcı olduğu kadar düşündürücü de bulduğum ilk verisi şöyle: “Her üç kişiden biri (%37) Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğunu belirtmektedir. Üçte ikilik çoğunluğa göre Türkiye’de Kürt sorunu yoktur.”
Varlığını kabul etmediğiniz bir sorunu çözemezsiniz; dahası, atılan bütün adımlar, oy kaybı anlamına geldiğinde iktidarlar tarafından intihar anlamına geleceği için atılamaz.
Türkiye’nin üçte ikisi Kürt sorunu diye bir sorun olmadığını söylüyorsa, Kürtlerin ayrımcılığa hiç uğramadığını ya da Kürt sorununun PKK ile başladığını iddia ediyorsa, kalıcı barışın ve çözümün hâlâ hayli uzağında olduğumuzu görmemiz gerekiyor.
Raporun bulgularından biri de şu: “Katılımcıların genelinde, Kürt sorununun nedenlerine dair en güçlü algı ‘başka devletlerin Türkiye’yi bölmek istemesi’ ve ‘PKK’nın ortaya çıkması’ başlıklarında toplanmaktadır. ‘Devletin ayrımcılığı’ ya da ‘Kürt kimliğinin tanınmaması’ gibi içeriden kaynaklı görülebilecek sebepler, toplumun büyük bölümünde daha az etkili görülmektedir. PKK’nın ortaya çıkması Kürt sorunun bir sonucu değil sebebi olarak algılanmaktadır.”
PKK, ilk Kürt isyanı değil; yirmi dokuzuncusu ama en uzun süreni.
Dolayısıyla, PKK olduğu için Kürt sorunu olmadı; Kürt sorunu PKK’yı doğurdu.
Yani, PKK’nın ortadan kalkması Kürt sorununun da bitmesi anlamına gelmiyor.
PKK, sebep değil sonuçtur.
Bunu kabul etmediğinizde, Kürt sorununu PKK’nın varlığıyla özdeşleştirmiş oluyorsunuz.
Kürtlerin çektikleri ezâyı, ayrımcılığı, faili meçhule kurban giden binlerce insanı yok sayarak geleceği inşa etmek mümkün değildir.
O yüzden, herkes bu süreci bir ucundan tutarak barışın toplumsallaşması için bir şeyler yapmalı.
Aksi takdirde, sürecin gidişatına dair çekinceleri olanlar haklı çıkabilirler; bu da bizi daha büyük bir kırılmanın eşiğine getirir.
Bahçeli’nin sürecin işaret fişeğini yakan kişi olmasına rağmen milliyetçilerin desteği hâlâ çok düşük.
“Burada önemli bir husus da sürecin yıllarca bugün hayata geçirilmeye çalışılan adımlara en radikal tepkileri vermiş olan başat siyasi aktör tarafından sigorta poliçesi sağlanmasıdır. MHP’nin sürece yönelik açtığı kredi ve siyasal sahiplenmenin toplumsal algıya ciddi şekilde yansıdığını görmekteyiz. Bu oldukça kıymetli avantajın sürecin ilerlemesi, toplu- mun sahiplenmesi ve neticeye ulaşması açısından korunduğu görülmektedir.”
Rapor, Bahçeli’nin “sigorta poliçesinin” MHP haricinde satın alınmadığını da gösteriyor.
“Toplumun çoğunluğu devletin eşit davrandığını düşünürken, Kürt katılımcılarda bu algı belirgin biçimde tersine dönmektedir. Bu fark, etnik kökenin yalnızca kültürel bir aidiyet değil, aynı zamanda devletle kurulan ilişkiyi şekillendiren bir değişken olduğunu göstermektedir. Özellikle DEM Parti seçmeninde görülen ‘hiçbir zaman eşit olmadık’ düşüncesi ile İYİ Parti seçmeninde yer alan ‘her zaman eşitiz’ algısı arasındaki uçurum, Türkiye’de siyasal kutuplaşmanın ve algı asimetrisinin geldiği noktayı da çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir.”
PKK’lı militanların palaskalarıyla birlikte silahlarını yakması, örgütün kendini feshettiğini bizzat en yetkililerin ağzından ilan etmesi çok önemli.
Ama bunlar yeterli değil.
Kürt sorununun bitişi, Türkiye’nin demokratikleşmesini umursamadan sadece Kürt siyasi hareketinin çeşitli kazanımlar elde etmesi olarak algılanırsa kalıcı barışa ulaşamayız.
Yine rapordan alıntılıyorum: “PKK’nın silah bırakacağına dair inanç örgütün silahsızlanması sürecine verilen desteğin çok altında olmakla birlikte zaman içerisinde istikrarlı bir şekilde yükselmektedir. Araştırmada PKK’nın silah bırakacağına inananların oranı yüzde 36 iken bırakmayacağını düşünenler yüzde 54’tür.”
Raporun gösteriyor ki, Türkiye toplumunun çoğunluğu sürece belli bir iyimserlikle ama temkini elden hiç bırakmayarak yaklaşıyor.
“Toplumun üçte ikisi, PKK’nın silah bırakmasını hedefleyen sürece olumlu bakmaktadır. 2025 yılı boyunca sürece destek yüzde 50 bandında ilerlerken 12 Mayıs sonrası bu oran yüzde 60’ı geçmiştir.”
Enstitü, rapor yayımlandığında bu oranın yüzde 70’e dayandığını müjdeliyor.
Ama burada göz önünde tutulması gereken bir husus var.
Aklı başında hiç kimse silahların bırakılmasına karşı çıkmaz; PKK adım attıkça bu oranın katlanması kaçınılmazdır.
Ama “silahların bırakılmasına destek vermek” ne yazık ki “barışın toplumsallaşması” demek değil.
Her üç kişiden ikisinin “Kürt sorunu yoktur,” dediği, Kürt sorununu PKK ile özdeşleştirenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda barışı ince ince işleyerek kalıcılaştırmamız şart.
Bereket, Mithat Sancar gibi gözü kapalı güvenebileceğimiz insanlar sürecin doğrudan içinde.
Bize düşen, çok önemli bir adım olsa da silahların bırakılmasıyla yetinmeyerek barışın toplumsallaşması için bir şeyler yapmaktır.
Savaşı azınlıkla, barışı çoğunlukla yapabilirsiniz çünkü.
Medyascope